Neyzen Tevfik

  Himi Yücebaş, Neyzen Tevfik kitabından alıntıdır.

  Düzenleme Neyzen Metin Göktuğ Özatelye'ye aittir.

Neyzen Tevfik Kolaylý
Neyzen Tevfik Kolaylı

  Bu yazı Neyzen Tevfîk’e dâir bir kitap tanıtımının ötesinde neredeyse hiç anlaşılmamış,

anlaşıldıysa da yanlış anlaşılmış, hakkında pekçok gayriciddî yazının olduğu,

‘’sarhoş’’ ve ‘’meczûp’’ sıfatlarının dışında bir söz ile anılmayan bir üstâdın hayatına dâir bilgiler sunacaktır.

Neyzen’i şimdiye kadar 2 cephede yer alan gürûh ele almıştır.

Birinci grup muhafazakâr ve mütedeyyin olarak adlandırılan ve

neredeyse içkici olduğundan dolayı Neyzen’i taşlayan ve hiç sevmemiş olan;

diğeri ise tam tersi istikâmette değerlendirip,

Neyzen’i içkici olmasından dolayı muhabbet ve rakı sofralarına fıkra ve

hikâyeler vâsıtasıyla meze eden gruptur.

Evvelâ Üstâd’ı bu iki cephenin de elinden kurtarıp ona hak ettiği yeni ve

saf bir cephe açmak gerekmektedir.

Biz bu yazımızda Neyzen’e dâir bâzı hususlara değinirken aynı zamanda da

kitaba dâir bir tanıtım sunacağız sizlere.

Hatâmız olursa affola.

  Tevfîk’in döneminde Neyzen denildiği vakit akla yalnız bir isim gelirdi,

o da Tevfîk Kolaylı’dır.

Mısır, İran, Irak’ta kendisine ‘’Rabb’ül Ney’’ derlerdi.

Nâmı yalnızca bizim memeleketimizde değil,

bu yakıştırmayla takdir edersiniz ki diğer memleketlere de yayılmıştır.

Tevfîk’in, döneminin yegâne ‘’Neyzen’’i olmasını, daha evvel kitabının tanıtımını yaptığımız

Üstâd Hayri Tümer’den dinleyelim;

Son devrimizin büyük neyzenlerinden Neyzen Tevfîk Kolaylı 1869’da Muğla vilâyetinin

Bodrum kazâsında doğmuş, 1953’te İstanbul’da 76 yaşında vefât etmiştir.

Devrinin çok kıymetli mûsıkî üstâdlarından istifâde eden,

Arapça ve Farsça’ya da hakkıyla vukûfu olan, hâfız ve Mesnevîhân olan bu zât medrese tahsîli yapmış,

şiir ve edebiyat âleminde de neyzenliği kadar meşhûr olmuştur.

Bilhassa hiciv vâdisinde çok büyük bir şöhret olan Tevfîk,

hakkında yalnızca ‘’Neyzen’’ tâbirinin kullanıldığını söylemek,

mûsıkîdeki kudretine ayrıca bir delildir.

Çünkü neyzen denildiği zaman yalnız Neyzen Tevfîk Kolaylı kast edilmiş olurdu ki,

o devirde yüzlerce Neyzen vardı.

Bu zâtın, bir gün rahatsızlığı dolayısıyla tedâvide bulunduğu hastahâneyi ziyâretimde,

mûsıkî konusu konuşulurken söylediği vecîzeyi bir nîmet olarak kayıt etmeyi borç bilirim.

Akort mûsıkînin sıhhati, tempo ise nabz-ı darabânıdır.

Bu tanımlama bütün dünyâ mûsıkî âleminin kabûl ettiği bir îzâhattir.

Akortsuz ve temposuz gelişigüzel mûsıkî vâveylâdan başka bir şey olamaz.

Neyzen Tevfîk yine bir gün bana:

‘’Falanca kimse sazını iyi icrâ ediyor derler.

Bu nedendir bilir misin?

Çünkü o kimse mâkamât-ı mûsıkîyye’nin îcap ettirdiği sesleri yerinde kullanmayı bilir;

noktasına ve virgülüne riâyet eder de onun için’’ demişti.

Kendisini rahmetle yâd ederim.

Nây’ını onun gibi ustalıkla, kuvvetle, bilgiyle, istediği şekilde üfleyen son devrin

Neyzenlerine pek tesâdüf edemedim.

Hayâtı hakkında İstanbul’da birçok kitaplarda, gazetelerde yazılar çıkmıştır.

Birçok taksîmleri de plâklara alınmıştır.

Birinci Dünyâ savaş’ı sırasında kurulan ‘’Askerî Mehterhâne Takımı’’nda

mehter sazbaşı olarak bulunduğu zaman,

Nihâvend ve Şehnâz-Bûselik makamlarında iki saz semâîsi bestelemiş,

bunlar da zamanımıza kadar gelebilmiştir.’’, diyor merhûm Üstâd Hayri Tümer.

Neyzen’in neydeki kuvveti ve çıkardığı sesin güzelliğine dâir bir alıntı daha yapmak istiyoruz.

Rahmetli yazar, şâir ve neyzen Hakkı Bahâ,

Tevfîk’in üfleyişine dâir şu tanımlayamayı yapıyor:

‘’Bir kamış parçasından bir ses ve nağme cihânı yaratan eşsiz bir virtüözdür’’.

Bilhassa bu sazı üfleyenlerden bu iki örneği

  buraya almayı uygun gördük ki Neyzen’in saz üzerindeki kuvvet ve hâkimiyetine bir örnek teşkil etsin.

Tevfîk’in ‘’sihirli düdüğüm’’ dediği Neydeki üstâdlığı kadar İranlı şâir ve

profesörlerin takdirini kazanacak derece kuvvetli bir Farsçası,

Elmalılı Hamdi Yazır’ın ve Mehmet Âkif’i hayrete düşürecek kadar da kuvvetli bir Arapçası vardır.

Tabiî, onu asıl kuvvetli yapan taraf, bu iki lîsânı şiirlerinde ustalıkla kullanmasından ileri gelmektedir.

Bu durumla âlâkalı birer örneği, tanıtımını yaptığımız kitaptan alıntı yaparak aktaralım

. İlk olarak Âkif’in Neyzen’in lîsânı kullanması hakkındaki görüşlerini yazalım.

Mehmet Âkif, ‘’ Ben zaman olur ki bir kelime üzerinde günlerce meşgûl olurum.

Eğer Tevfîk bunu yapsa hârikulâde eserler yaratır.

Ne yapalım ki yaratılışı buna müsâit değil’’ demektedir.

Okuyucularımızın anlaması için Neyzen’in şiirlerini nasıl yazdığını da hemen burada belirtelim.

Üstâd, yazdığı şiirleri bir parça kâğıda ya da sigara kutusu arkasına ya da bulunduğu

yerin duvarına yazar bırakırdı.

Bu sebeple ucu tükenmek üzere olan ufak bir kurşun kalemi her zaman cebinde taşır ve

vecd hâlindeyken şiirlerini olduğu yerde nereye bulsa yazardı.

Bunları da rahmetli kardeşi Şefik Kolaylı’dan öğreniyoruz.

Bu sebepledir ki Üstâd’ın 1919’da basılan ‘’Hiç’’, daha sonra 1924’te basılan ‘’Azâb-ı mukkaddes’’

kitaplarının içinde Neyzen’in tüm şiirleri yer almamaktadır.

Ek bilgi olarak ekleyelim, 1924’te çıkan ‘’Azâb-ı Mukaddes’’in bir kısmı 1924’te; tamamı ise

1949’da basılmıştır.

Arapçası hakkında Âkif örneğini verdik.

Şimdi de Farsçasına dâir ufak bir örnek aktaralım.

Tevfîk’in cenâzesine katılanlardan biri de döneminin büyük Fars dili profesörlerinden İranlı bir zâttır.

Neyzen’in yakın dostları bu İranlı şahsı tanımadıklarından ötürü kim olduğunu sormak isterler.

Profesör şöyle bir cevap verir:

’Neyzen bizim dilimizi çok iyi derecede bilen ve bu bilgisiyle mükemmel şiirler yazan bir üstâd idi.

Biz İranlılar olarak kendisini çok severdik.

Şükrân borcumuzu ödemek maksadıyla cenâzesine gelmiş bulunmaktayım’’ demiştir.

 Neyzen hakkında düşüncelerini dile getiren, döneminin kıymetli sîmalarından

birkaç örnek aktarmak istiyoruz:

‘’Bence ney, mey ve Neyzen’den bir varlık hâlinde Neyzen Tevfîk oluşmuştur’’. (DR. Rahmi Duman)

‘’Neyzen hâke düşmüş bir cevherdir’’. (Ahmet Râsim)

‘’Bizim Neyzen Tevfîk, târihin ve efsânelerin şahsiyet ve hüviyet verdiği

Diyojen’in yirminci asırdaki ağabeyidir’’. (Refik Ahmet Sevengil)

 Neyzen Tevfik

 Her bilgine eskiden ‘’mevlânâ’’ denirdi.

Fakat adı anılmadan, ‘’Mevlânâ’’ dendi mi, hatıra ancak, insanlık babalarından biri,

Belh’te dünyayâ gelen, Konya’da gönüllere gömülen ebedî Mevlânâ gelir.

Tıpkı onun gibi adı anılmadan ‘’Neyzen’’ dendi mi de hatıra Tevfîk geliyor.

Onun neyini, bestelerini incelemek, müzikteki kudretini belirtmek, benim haddim değil;

bu işi bilmem ben.

Yalnız bildiğim bir şey varsa Neyzen’in Batı müziğini beğenmediği,

halk havalarından arada bir hoşlandığı, Doğu müziğini ise ‘’Mûsıkî nâmına zillet’’ saydığıdır.

Ben Neyzen’in şiirine, şiirinden ziyâde de düşencesine, cesâretine, kâinatı kucaklayan sevgisine, halktan ayrılmayan varlığına hayranım.

Medresenin dar, tekkenin mistik tefekkürüne, parlak ve ileri bir şuurla dâima isyân etmişti.

Hattâ yaşadığı çağda, onun isyân sesinden daha gür bir ses duyulmamıştır

desem sanırım ki ileri gitmiş olmam.

O, bu anlayışı, yalnız düşünerek, gözlerini kapayıp içine dalarak, güzele, güzelliğe vurulup

‘’Sanat, sanat içindir!’’ hükmüne inanarak kazanamazdı.

  Neyzen, yeryüzünün insanıydı, gözü açıktı, olayların içindeydi, yurdu, dünyâyı görüyordu,

iyiyi, kötüyü, anlıyordu ve dâima ileri fikrin, hür düşüncenin, insan görüşünün,

sınırsız gerçeğin yanında yer alıyordu.

O, her gün biraz daha olmadaydı.

Arapçayı, Farsçayı iyi bilen Neyzen, tercümelerle Batı’yı da tanıyordu.

Ölüm döşeğinden kaldırıldığı vakit, yastığının altından bunların en kuvvetli ve

yaşayan örneklerinden dört eser çıkmıştı.

Cenâze töreni, Mevlânâ’nın cenâze töreninin küçük çapta temsili olan,

tabutu halk tarafından kucaklanan, halkın ve gerçeğin Neyzen’i, böyle bir iki satır ile anlatılamaz.

İleride onun hakkında bir kitap hazırlayabilirsem Neyzen’i, belki anladığım kadar anlatırım.

Bu silik satırlar, bugünlük, ancak ona karşı duyduğum özlü,

canlı bir sevginin belirtileridir’’. (Abdulbaki Gölpınarlı)

  ’Neyzen’in çok kimseler yalnız ‘’hiciv’’lerini bildiği ve onu asıl cephesinden tanımadıkları için

Neyzen Tevfîk’i yarım tanırlar.

Onun bütününe erişmek pek kolay bir iş olmadığı gibi,

onun felsefe tarafını hicivleriyle mukâyese ederek hüküm yürütüler.

Hâlbuki bu bir mânâ ifâde etmez, bilâkis anlaşılması istenen mânâdan,

yâni merkeze gidecek yerde, merkezden muhite gidilmiş olur ki tamamen aksi bir istikâmettir.

Ortada dolaşan abuk sabuk küfürnâmelerin bir çoğunun kendisiyle âlâkası yoktur.

Onun şiirlerini, şarkı, gazel, kasîde ve nefeslerini ince bir süzgeçten geçirin,

içinde ne bir toz, ne de bir çapak bulamazsınız. (Osman Nihat Akın)

 Neyzen Tevfik

Çok güzel Ney çalanlara yetiştik.

Fakat gençliğimizin en yüksek Neyzeni şüphesiz ki Neyzen Tevfîk’tir.

Bu büyük sanatkârı nasıl tanıdığını Mevlânâ evlâdından Sâdettin çelebi şöyle anlatırdı:

Abdülhâlim Çelebi’nin nezdinde idik.

Kıvırcık saçlı, yuvarlak yüzlü, iri gözlü, esmer bir can vardı.

İsmi Tevfîk imiş. Kendisine biraz Ney üflemesi ricâ edildi.

Ceketinin iç cebinden bir Ney çıkardı.

Öyle bir dem tutturdu ki kamış dayanamayıp çatlayarak ikiye ayrılacak sandım.

Bunca senedir mûsıkî ile uğraşırım. Ne öyle bir taksîm, ne de öyle bir Ney dinledim.’’ (Refî Cevad ulunay)

Hemen hemen bütün Neyzenlerin bir hocası vardır.

Sâdece Neyzenlerin değil, tüm sâzende ve hânendelerin bir hocası vardır.

Meşk yoluyla bilgi ve tecrübe hocadan öğrenciye aktarılır.

Bu yolla hoca öğrenci arasında bir meşk ve muhabbet meydana gelir.

Bu bir silsile hâlinde yüzlerce yıldır devam eden bir mûsıkî öğrenme ve öğretme sistemidir.

Fakat, bu gidişât Neyzen’e uymaz.

Kendi deyimiyle, o kendi kendisinin hocasıdır.

Gâyettabiî, Tevfîk de Neye ilk başladığı zamanlarda tutuş,

icrâ, teknik açılardan birkaç hocayla meşk etmiş, fakat bu uzun sürmemiştir.

Tevfîk’in gerek mûsıkîdeki yeteneği, gerek lîsân ve şiirdeki kuvveti tamamıyla kendi çaba ve

emeklerinin ürünüdür.

Bu yönüyle de diğer müzik adamlarından ayrılmaktadır.

Neyzen için ‘’fenâ fi’l-Ney’’ demek, zannediyoruz ki mübâlağa olmaz.

Yâni, bununla kastımız şudur;

tüm şahsiyetiyle Neyin varlığında yok olmuştur ve

bir volkandan püsküren lav misâli tekrardan ansızın öfkelenmiştir.

Şahsiyetini Neyle kazanmış ve ölene kadar da bu hüviyet ile gökkubbe altında varlığını sürdürmüştür.

Hemen şunu da belirtelim; hangi devirde olursa olsun, Neyzenler ‘’Neyzen’’ olabilmek için

muhakkak mevlevîhânelere giderek bir postnişine intisâp etmişler ve

mevlevîhânelerde eğitim görmüşlerdir.

Yine bu Neyzen için mevzu bahis değildir.

Gençlik zamanlarında babasının götürmesiyle İzmir Mevlevî tekkesine gitmişse de

çok kısa bir süre içersinde yaratılış tabîatı gereği buradan da kaçmıştır.

Bağlı bulunduğu bir tarikat bulunmamaktadır.

Yazımıza Tevfîk’in insan, mûsıkî, mal-mülk vb. konularında tespitlerde bulunduğu söz ve

şiirlerinden birkaçına yer vererek noktalayalım.

‘’Rebâb-ı hîçîde tannan bir ihtizâz-ı figân, Temevvücât-ı nagamdır,

budur budur insan’’, bizim basit tercümemizle Üstâd insana dâir şunu ifâdeye koymaktadır:

‘’İnsan, hiçlik rebâbında hafifçe titreyen bir feryâdın tınlaması ve dalgalanan nağmeleridir.

 (Neyzen Tevfik 28 Ocak 1953 yılında vefat etmiştir.)

İşte, insan budur’’.

  ’Olmadım meftûnu malın, rütbenin, sîm ü zerin,

Zevki ü şevki neyle meydir rind-i âzâde-serin,

Dest-i cûdundan çekip kallâvîyi Peygamber'in, Mazhâr oldun feyzine Neyzen Cenâb-ı Hayder’in,

Kilk-i irfan-ı beyânın yazdı bu şi’r-i nevî.

Mûsıkî, vicdânî temennîlerin kabûlü için hakîkatin ağlayarak yalvarışıdır.

‘’Derd-i firâkın ile düşeli sevdâya meye, Müptelâyım, deliyim,

sinmişim esrar-ı neye,

Feleğin kahpe başında paralansın parası,

Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye’’

Neyzen’in vefâtından sonra kardeşi Şefik Kolaylı’nın bildirmesi üzerine,

cebinden çıkan son dörtlük şudur;

‘’ Felsefemde yok ötem, ben çünki sırr-ı vâhidim Cem-i kesrette yekûnen sıfr-ı mutlak olmuşum

Yokluğumla âşikârım Ehl-i Beyt'e âidim Secdemin şeklindeki ism-i Muhammed şâhidim’’.

Yazımızın sonuna gelmiş bulunmaktayız.

Burada yazdıklarımızın hemen hepsini size takdîm etmiş olduğumuz kitaptan aldık.

Yazdıklarımızın bir kısmında şahsî yorumlarımız olmakla birlikte, geneli kitaptan olduğu gibi aktarılmıştır. Yazımızın giriş bölümünde belirttiğimiz gibi bize yanlış anlatılan ve

öğretilen Tevfîk’i tanımak ve hakkını yerden kaldırarak,

büyük Neyzenlerden Süleyman Erguner (torun) hocamızın da dediği gibi

rûhuna özür mâhiyetinde bir kelâm etmek tüm hak ehline bir borçtur.

Tanıttığımız diğer kitaplarda olduğu gibi bu kitabı da Ney ve Neyzene dâir pekçok bilgiye

vâkıf olmak isteyen kıymetli okuyuculara tavsiye ederiz.

Son söz olarak;

‘’Ney susar, mey dökülür, gulgule-i cem de geçer’’.

(Üstâd-ı Âzam, Neyzen-i Âzam, Hâfız, Rabb’ül ney Tevfîk Kolaylı)

 

  Himi Yücebaş, Neyzen Tevfik kitabından alıntıdır.

  Düzenleme Neyzen Metin Göktuğ Özatelye'ye aittir.

 

Sayfa Başı

© www.neyzenim.com Neyzen Zeki Sözen